XIX yüzyılın başlarında küreselleşme teorik tartışma ve siyası tartışma konusu olmanın yanı sıra, çokdan sosyo kültürel gerçeklik haline gelmişdi.
Aşağıdaki faktörler, günümüzün küreselleşmiş kültürel alanının karakteristik özellikleri olarak kabul edilebilir:
•ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkilerin sınırlarını genişletme sürecinin yoğunlaştırılması;
•soğuk Savaş sonrası yeni bir tarihi aşamanın başlangıcı;
•dünya ekonomisinin dönüşümü;
•liberal olmayan ekonomik programların siyasi demokratikleşme programlarıyla ilişkilendirilmesinin bir sonucu olarak Amerikan değer sisteminin egemenliği;
•ortodoks (bir mesleğin istikrarı ve tutarlılığı) ideolojisi;
•teknolojik devrim;
•küresel sorunlar (demografik, çevresel, insan hakları Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi) karşısında ulus devletlerin zayıflığı;
Küresel uygarlığın oluşumunda uzmanlar ağırlıklı olarak 4 (dört) mega trendi ayırt ediyor:
-Kültürel kutuplaşma. XIX yüzyılda kültürel kutuplaşmanın ana nedenleri şunlardır:
•halklar ve bölgeler arasında, farklı-farklı ülkelerde artan ekonomik ve çevresel eşitsizlik;
•dini ve piyasa köktenciliği;
•ırksal ve etnik münhasırlık iddiası;
•farklı-farklı ülkelerin ve ya askeri politik blokların parçalanmış bir dünyada kontrol kapsamını genişlemesi;
•tükenmiş doğal kaynaklara erişim uğrunda mücadile;
•kitle imha silahlarının yaygınlaşması;
Kültürel Asimlasiyon. Bilindiği gibi, yirminci yüzyılın son 20 yılında Batı liberalizminin fikirleri galip geldi. Tüm kamoyu, Fukuyama’nın “tarihin sonu” teziyle zaten hemfikir olmuşdu. Bu teze göre, dünya nüfusunun aktif katmanları, dünya pazarının sürekli genişleyen sistemleri aracılığıyla batıya doğru hareket ediyor. Batı değerlerine ve yaşam tarzlarına tutarlı bir şekilde bağlı kalmayı içeren “Batılılaşma”nın başka bir alternatifi yoktur. Fukyama’ nın görüşüne günümüzde uluslararası ilişkilerde universal yani evrensel norma ve kuralların oluşma süreci devam etmektedir. Kültürel hibridizasyon. Kültütel hibridizasyon akımı XX yüzyılın sonlarından başlayarak kesinlikle yeni nitelikler kazanıb. Örneğin, kültürün “kreolizasyonu” işlemi geleneksel olarak yeni etnik toplulukların yaranmasına sebeb olarak, kültürlerarası yakınsama ve translokal kültürlerin diger bir değişle diaspora kültürlerinin oluşumu şartlandırır. İlginç olanı odur ki, kültürün kreolizasyonlaşma işlemi geleneksel yerelleşme ve ulusal devletçilik kültürel identikliyi kazanmakdan reddetmiş oldular.
Komnikasiyonun ve kültürlerarası ilişkilerin yoğunlaşması bilgi teknolojisinin gelişimi insan kültürünün çeşitliliyinin “diversifikasiyasına” sebeb oldu. Onların küresel kültür tarafından bastırılması engellenmiştir. İlginç olanı, dünya gitgide bir birleri ile sık temasda olan translokal külterlerin karmaşık mozaikasına dönüşmüş olur. Translokal kültürler hücre yapısına malik olarak yeni kültürel bölgelerin yaranmasına sebeb olur. Burada örneğin, bilgisayar ve telekomnikasiyon hücrelerinin artması sonuçu olarak yeni profesyonel dünyaların ortaya çıkması gösterilebilir.
Kültütel izolasyon (izole olmak). Keçən XX yüzyıl boyu ülke, bölge ve siyasi blokların farklı izolasiya, kendini izole etme biçimleri ile karşılaşmak olar. İlginc olanı, siyasi ve kültürel izole olan (Sanitar Kordon) ve siyasi kendini izole eden (demir perde) araçlarına dış ve iç düşmanlarla mücadile etmek için sosyal sistemlerin konsolidasyon amacı ile el atılacak. Modern olduğumuz XXI yüyılda izolasiyon akımlarının kaynağı-kültürel ve dini köktençilik, ekoloji, ulusal ve irkı hareketlar,sosyokültürel otorişi, bilgi ve insani kontaklara sınırlama koyan otoriter, totoliter rejimlerin iktidara gelmesi ola bilir.
XX yüyılın sonu XXI yüzyılın başlarında medeniyyet 2 esas eksen üzere gelişiyordu.
1. “Kültür” ekseni üzre gelişmiş medeni emperyalizmden svil çoğulçuluka doğru yönlendirilmişdir.
2. İkinci toplumun eksenidir ki, burada gelişim kapalı toplumlardan açık tip toplumlara doğru gidiyor.
Küreselleşme sürecenin dinamiklerini şartlandıran medeniyyet ve esas kültürel mimarilerin gelişim hatları sxematik ilişkisini bilim adamları paralelloqramlar şeklinde sunurlar.
Konsolditasion Kültürü senkron organizasyon sistemlerinin avantajı karaktirize ediliyor. Otarşik ekonomi türü, konsolidasyon kültürüne aittir. Otorşik tıp söylendiyinde imalat dışı faaliyet ve hayatda kalma mücadilesi veya “doğanın nimetlerinin” toplanması bağlı üretim niyetlenmemiş. Yani barın toplanması, avçılıq, balık tutma,daha ireli gelişmiş tarımçılık( maden kazma, yaygın tarım) veya oluşumlar çerçivesinde gerçekleşdirilir. Bu arketipin temel etik değeri-sosyal adaletdir ki, onun boyutunu dini manevi veya siyasi oterite tanımlanmış oluyor, esas ahlaki-psikoloji ilke gibi ise kollektivizim (toplumsal) gerçekleşdirir.
Rakabet kültürü. Modern zamanda çıkarlı taraflar arasında sözleşme esasında ilişkileri ehtiva eden teşkilatlar sisteminde gerçekleşir. Bu gibi sistemler esasında bir arada bireysel eylemde bulunan girişimçi kültürü mensubdur. Rekabet kültürü esas etik deyeri başarının garantisi gibi şahsi özgürlük, temel ahlaki ve psikolojik ilke ise- bireyciliktir.
Konfrontasyon kültüre bürokratik yönetim biçimleri ve bürokratik teşkilati kültüre aid olan kapalı hiyerarşik teşkilat sistemlerine aiddir. Konfrontasyon kültür çerçivesinde devamlı bir arada faaliyet organizasyonu biçimleri avantaj sağlıyor. Organizasyon hiyerarşisinin her yukarıda duran instansiyonun alt tabakanın çatışma durumlarını çözmelidir. Öyleyse bu kültürün amaçlarının belirlenmesinde yukarıların çıkarları esas tutuluyor.
Kooperativ kültürü demokratik yönetim biçimleri ile açık teşkilatlanma sistemlerini içerir. Bu kültür çerçivesinde bir arada yaratıcılık eylemi amaçlanıyor. İşbirliyi kültürü azınlığın çıkarlarını düşünerek çoğunluğun çıkarlarının ifade ediyor.
Fraqmerqasiyon (Parçalanma) Amerikalı siyaset bilimci Dr. Rosenau tarafından icat edilen bir terimdir ki,entegrasyon ve fraqmerqasiyon süreçlerini bildirir. Fraqmerqasiyon dedikde ulus devletlerinin blok ve birliklerin oluşumu güclendirilmesi (entegrasyon) amaçlanıyor.
Lokalizasion(Yerleşdirme)- sosyal ve kültürel hoşgörünün kültürel izolasyon politikasını izleyen ve küresel uygarlığın oluşumunu engelleyen etnik ve uygarlık olaylarının temel ideolojiler temelinde konsolidasyonudur.
Glokalizasyon(küreselleşme)-kültürel hibridizasyonun bir sonucu olarak, yani kültürel bölgeler içinde karşılıklı kültürel değişim ve yapıcı işbirliği çerçevesinde küresel çok kültürlü uygarlığın kazanımlarına dayalı olarak yerel kültürlerin modernizasyonu süreci. Terim ilk olarak Japon şirketi Sony’nin başkanı Akio Morita tarafından önerildi. Böylece küreselleşmeyi kültürel asimilasyonun mega-trendi olarak sunmak mümkündür.
Küreselleşme sorununa değer sistemlerinin orantılılığı ve etkileşimi açısından bakıldığında, yoğun bir şekilde entegrasyon ve diyaloğa odaklanan günümüz dünyasında farklı kültürlerden insanların daha iyi anlaşılması konusunun büyük önem taşıdığı açıktır.
Kross(Çapraz) – kültürel iletişimin olasılığı ve imkansızlığı sorunu, farklı kültürler arasındaki iletişimin bir sonucu olarak bazı anlam ve değerlerin kaybolması, kimlik çatışmaları sorununu gündeme getirmektedir. Başka bir deyişle, farklı kültürler arasında – dini, ulusal, profesyonel veya örgütsel – doğal bir yanlış anlama var oluyor.
Etnozların kültürlerarası iletişimindeki ana koşul, değer dünyalarının özellikleri, değer sistemlerinin orantılılığıdır. Kültürlerarası iletişimi belirleyen bir diğer faktör de küresel sosyo-tarihsel bağlamdır. Ayrıca kültürlerarası ilişkiler insanlar tarafından bilinçli olarak düzenlenebilir.Barış, işbirliği ya da düşmanlık, önyargı içinde yaşamak insanların seçimidir.
Bilim adamları haklı olarak, farklı etnik topluluklar arasındaki çatışmaları ve gerilimleri çözmek için belirli kültürel değer sistemleri hakkında doğru ve nesnel bilgi edinmenin gerekli olduğuna dikkat çekiyorlar.
Bu bağlamda, modern dünyadaki değer sistemlerinin koordinatlarını belirleyen jeokültür, küresel kültür, kültürlerarası iletişim fenomenleri önem kazanmaktadır.
“Jeokültür” kavramı. Jeokültür terimi aslında ekonomik olarak geri kalmış Güney’in kültürel olarak sanayileşmiş Kuzey üzerindeki egemenliği anlamına gelen “kültürel emperyalizm” ile eş anlamlıdır. “Jeokültür” doktrini, 1991 yılında Amerikalı bilim adamı Immanuel Wallerstein’ın “Jeopolitik ve Jeokültür” kitabının yayınlanmasından sonra yaygınlaştı.Wallerstein’a göre, “jeokültür” 16. yüzyılın başlarında ortaya çıktı ve tarihte sosyalist deneyin yenilgisinin sonucudur.sonra en büyük krizi yaşayan kapitalist dünya düzeni sisteminin kültürel temelidir.Ona göre jeokültürel eğitimin temeli üç kavram üzerine kuruludur:
• Birleşmiş Milletler’e üye olan ve gelecekte katılacak olan devletler, siyasi olarak bağımsız ve ekonomik olarak özerktir;
• Bu devletlerin her biri, ağırlıklı olarak baskın ve tarihsel olarak var olan en az bir ulusal kültüre sahiptir;
• Zamanla bu durumların her biri bağımsız olarak gelişme gücüne sahiptir.
Bilindiği gibi, yirminci yüzyıl boyunca liberalizm, dünya düzeninin yapısında zengin merkez ile yoksul çevre arasındaki eşitsizliği haklı çıkaran fikirdi.Herkes politik olarak özgür bir ulusun kesinlikle başarılı olacağını ve doğru (kapitalist veya sosyalist) ekonomik kalkınma yolunu seçerek güçlü bir devlet olacağını umuyordu.Bugün, insanlığın bu tür liberal umutları suya düştü. Bilim adamları, dünyanın “jeokültürünün” yakında büyük değişikliklere uğrayacağını tahmin ediyor.
Küresel kültür. İlginç bir şekilde, bir küreselleşme kültürünün olasılığı ve etkinliği birçok felsefi akımda, farklı yaklaşımlarda, özellikle de yapısöküm, postmodernizm, postkolonyalizm, postyapısalcılık ve bireysel kültürel çalışmalarda reddedilmektedir. Tüm eğitimler, küreselleşme kültürünün ne kadar arzu edilir olduğu sorusuna cevap vermeyi amaçlamaktadır. İnsan kültürünün her aşamasında küresel bir kültür yaratmak için çaba sarf edildiği tarihten bilinmektedir. Evrensellik olmadan hiçbir akademik bilim varlığını haklı çıkaramaz. Aynı zamanda, bildiğimiz gibi, bilgi devrimi güçlerin toplumdaki geleneksel konumunu değiştirmiştir. Bilgi devrimi, tek bir dünya bilgi toplumu fikrine ivme kazandırdı.Bu eğitimlerde, özellikle Bilgi Toplumu doktrininin temellerinin oluşturulmasının ilk aşamasında, etnokültürel özellikler, milletler ve ulusal ilişkiler, ulusal gelenekler neredeyse reddedilir, tek bir bilgi alanı, ulusal sınırları olmayan yeni medeniyetler fikri ortaya atıldı. Aynı zamanda, yeni kültürel gerçekliğin aksine, yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan ve daha sonra Avrupa bilimi, etnik faktörün sosyal süreçlerdeki önemini vurgulayan fikirler ortaya çıkardı.Bu fenomen bilimde bir “etnik rönesans fenomeni” olarak kayıtlara geçmiştir. Etnik değerler yeniden önem kazanmaya başladı. Amerika ve Avrupa’daki etnik azınlıkların etnik haklarının genişletilmesi mücadelesi yıldan yıla şiddetlendi. 1980-1990’da bu süreç, Azerbaycan dahil Sovyet sonrası ülkeleri kapsıyordu. Bu tür bir sosyal aktivizmin evrensel olmadığı ve bazı bölgelerde bu sürecin bir şiddet dalgası eşliğinde açık sosyal çatışmalara yansıdığı belirtilmelidir.
Sonuç olarak, bu iki yön arasında bir takım çelişkiler ortaya çıktı:
– Modernizm ve gelenek arasındaki çelişki;
-Avrupa ve Asya’daki Batı ve Doğu kültürlerinin diyaloğunun karakteristiği olan “kendi” ve “yabancı” kavramları arasındaki çelişki veya daha doğrusu;
-“Bilgi devrimi” ışığında yeni bir anlam kazanan küresel ve yerel kültürler arasındaki çelişki;
-Kültürün teknik ve insani yönleri arasındaki çelişki;
-Bu çelişkilerin teorik temeli tam olarak analiz edilmemiş olsa da, modern toplumda varlıkları artık inkar edilmiyor. Bugün bilim adamları, yerel ve küresel kültür biçimlerinin etkileşiminin yönlerinin incelenmesi, bilgi kültürünün kültürün etnik bileşenleri üzerindeki etkisinin tahmin edilmesi gibi sorunların çözümü ile karşı karşıya kalmaktadır.
-Bugün kültürel küreselleşmeyi sadece Batı kitle kültürünün yayılması olarak sunmak yanlıştır.Çünkü kültürel küreselleşme, kültürlerin birbirine bağlılığını ve rekabetini de içermektedir. Unutulmamalıdır ki, Batı kültür standartlarının daha güçlü tarihsel ve kültürel geleneklere sahip ulus devletlerde yayılması, etnokültürel refaha yol açmaktadır.Uzmanlara göre etnokültürel refah, büyüyen ulusal sosyal ideolojiye de yansıyacak. Bu zaman tarihsel olarak zayıf geleneksel kültürel kökenlere sahip devletler, kamu bilincinin krizini zayıfl keçiriyorlar. Yerel ve küresel kültürlerin etkileşimi, kültürel yeniliklerin “asimilasyon” sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Uygarlık sistemleri tarafından yeniliklere hakim olma derecesinin, şu ya da bu toplumun geleneği tarafından belirlendiğine dikkat edilmelidir.
-Küresel kültürel sorunun bu yönünün bir analizi, her kültürün temelinin diğer kültürlerin müdahalesine ve etkisine karşı oldukça bağışık olduğunu göstermektedir. Batı medeniyeti çerçevesinde oluşturulan normlar, standartlar ve kurallar, küresel ölçekte nispeten kolay bir şekilde yayılmıştır. Bu, genel kabul görmüş batılı yapıların, kurumların, standartların ve kuralların tarihsel olarak oluşmuş olmasıyla açıklanmaktadır. Özdeş rasyonel yönetim mekanizmaları, rasyonel eylem ve rasyonel organizasyon biçimleri sağlayan teknolojiler temelinde oluşturulur. Bildiğimiz gibi, bu anlamda son derece uyumlu kültürler, modernleşme süreçlerinin yüksek oranda gerçekleştiği Japon, Kore ve kısmen Çin kültürlerini içerir.
Yukarıdakiler, küreselleşme çağının kültürel açıdan en az iki eğilimi olduğu sonucuna götürür:
1.bir yandan insanların geleneksel yaşam tarzlarında değişiklikler meydana getiriyor;
2.öte yandan, kültürün uyarlanabilir savunma mekanizmalarını uyarır.Bu süreç bazen keskin bir çatışma biçimini alabilir.
Modern toplumda küresel bir şekil alan kültürlerin yakınlaşması sürecinde ortaya çıkan çelişkilerin aşılmasında BM’nin büyük rolü yadsınamaz. Birleşmiş Milletler, kültürel ve bilimsel değişimleri ve kültürlerarası iletişimi uluslararası barış ve kalkınmanın temel unsurları olarak görmektedir.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü olan UNESCO, üç alana odaklanmaktadır:
• gelişimin hizmetinde olan bilim;
• kültürel gelişim (miras ve yaratıcılık);
• iletişim, bilgi ve ev bilişimi.
UNESCO tarafından 1970 yılında kabul edilen sözleşme, kültürel varlıkların yasa dışı ithalatını, ihracatını ve transferini yasaklamaktadır.1995 yılında kabul edilen sözleşme, çalınan veya yasa dışı olarak çıkarılan kültürel nesnelerin iadesini öngörmektedir.
UNESCO’nun kültürel faaliyetlerinin kültürel yönlerini genişletmek; yaratıcı aktiviteyi ve yaratıcılığı desteklemek; kültürel bağlantıların ve folklor geleneklerinin korunması; kitap ve okuma kültürünün tanıtılmasına hizmet eder.
Bugün UNESCO, kendisini basın özgürlüğünün ve medyanın bağımsızlığının destekçisi olarak sunuyor. Bu alana tahsis edilen ana programda UNESCO, serbest bilgi akışının organizasyonu ve gelişmekte olan ülkelerin iletişim yeteneklerinin genişletilmesi gibi konuları üstlenmektedir. Kültürel Değerlerin Uluslararası Değişimine İlişkin Birleşmiş Milletler Tavsiyeleri (26.11.1976, Nairobi) Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı Genel Konferansı, kültürel değerlerin medeniyetin ve milletlerin kültürünün temel unsurları olduğunu belirtmektedir. Ayrıca öneriler, kültürel alışverişin genişletilmesi ve güçlendirilmesinin, kültürün çeşitli alanlarındaki kazanımlara bir giriş sağlayacağını belirtmektedir. Öte yandan kültürel değişim, tüm insanlığın kültürel mirasını oluşturan farklı kültürlerin ve kültürel değerlerin zenginleşmesine katkı sağlarken, halkların kültürel kimliklerini karşılıklı saygı ruhu içinde muhafaza edecektir. Yasadışı ticareti ve zararı engelleyen yasal, bilimsel ve teknik koşullarla düzenlenen kültürel değerlerin karşılıklı değişimi, halklar arasında karşılıklı saygı ve anlayışı güçlendirmenin en güçlü aracıdır. Bu durumda, UNESCO tarafından “uluslararası değişim”, devletlerarası veya kültürel kuruluşlar tarafından kültürel değerlerin mülkiyeti, kullanımı veya korunmasına ilişkin hakların verilmesi anlamına gelir. Kültür varlıklarının devri, geçici depolama, satış veya hediye amacıyla gerçekleştirilebilir.
BM ve UNESCO, modern zamanlarda bilgi akışlarının denk olmadığına dikkat çekiyor. 1957 gibi erken bir tarihte UNESCO, Kuzey’in gelişmiş ülkeleri ile Güney’in geri ülkeleri arasındaki bilgi eşitsizliği sorununu BM Genel Kurulu’na taşıdı. Dünya haberlerinin %80’ini Londra, Paris ve New York’tan alıyor. Sanayi ülkeleri uydudan türetilen bilimsel ve teknik, endüstriyel, ticari, bankacılık, ticari operasyonlar, doğal kaynaklar ve iklim bilgileri üzerinde tam kontrole sahiptir. Bu bilgiler hükümetler ve büyük şirketler tarafından korunur ve gelişmekte olan ülkelere akışı engellenir.Bu sorun BM ve UNESCO”u çok endişelendiriyor. Çünkü niceliksel eşitsizlik bir gün niteliksel eşitsizliğe yol açacaktır. Bu orantısızlık kültür alışverişi alanında da görülmektedir.
İletişimi temelde eşdeğer olmayan başka asimetri türleri de vardır. Örneğin gelişmekte olan ülkelerde kültür ve eğlence amaçlı televizyon programlarının içeriğine çok uluslu şirketlerin müdahalesi örnek olarak gösterilebilir. Yavaş yavaş, kendi televizyon programlarımız, filmlerimiz ve kitaplarımız için teşvik ortadan kalkıyor, bu da hoşnutsuzluk ve kültürel yaşamın içeriğinin basitleşmesi ile sonuçlanıyor. Genel olarak bilgi sağlama sorunu çok önemli bir sorundur. Çünkü serbest bilgi alışverişi uluslararası toplum tarafından korunsa da bugün o kadar özgür değil. UNESCO şu anda bilgi alışverişini daha eşdeğer hale getirecek yeni bir bilgi ve iletişim dünya düzeni kurmaya hizmet edecek projeler üzerinde çalışıyor.
Siyasi ve ekonomik olarak güçlü hiçbir devlet, dünya kültür mirasına ve diğer halkların ve ülkelerin ahlaki değerlerine hitap etmeden kültürel ve estetik ihtiyaçları karşılayamaz. Aynı zamanda, kültürel alışverişin birbiriyle yakından ilişkili işbirliği ve rekabet süreçlerinden oluştuğu akılda tutulmalıdır. Siyaset ve ekonomiden farklı olarak kültürel ilişkiler alanında rekabet, örtülü de olsa daha yoğundur. Devletlerin, halkların ve bireylerin yalnızca bir bencil yönü vardır. Kendi kültürlerini korumak ve kendi kültürlerinin etki alanını genişletmek, diğer kültürlerin kazanımlarını kendi amaçları için kullanmak onlar için daha önemlidir. Dünya kültür tarihinde irili ufaklı birçok milletin iç ve dış çelişkilerini aşamayarak yok olmuş birçok örneği vardır. Kültürleşme, asimilasyon ve entegrasyon sorunları, küreselleşme çağında veya daha doğrusu, toplumun tüm alanlarında radikal bir değişim döneminde daha keskin hale geldi.
1991 yılında bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti için dünya kültür alanında yer bulma sorunu, iç ve dış kültür politikasında milli yaklaşımların oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Azerbaycan’ın diğer kültürlere açık olması onu dünyadaki kültür ve bilgi süreçlerine bağımlı hale getirmiştir. Bu süreçler şunları içerir:
1. Öncelikle kültürel gelişme ve kültür endüstrisinin küreselleşmesi ve bu süreçte Anglo-Amerikan etkisinin artması;
2. Kültürün ticarileşme süreci, kültürün büyük yatırımlara bağımlılığı;
3. “Kitle” ve “elit” kültürlerin yakınlaşması;
4. Modern bilgi teknolojilerinin ve dünya bilgisayar ağının gelişimi, bilgi hızında ve iletiminde keskin bir artış;
5. Dünya kültür ve bilgi alışverişinde ulusal özgüllüğün azalması süreci.
Modern zamanlarda uluslararası kültürel alanın oluşumunda, küreselleşme olgusunun açıklanması, sorunlarının ve çelişkilerinin incelenmesi büyük önem taşımaktadır. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin modern uluslararası kültür alışverişine katılımı gereklidir.
Makalenin yazarı bilim adamı Yegana Aliyeva’dır.
Bilimsel makale gazeteci Nezerbey Hacıağayev tarafından Türkçe’ye çevrildi.